5 Ağustos 2011 Cuma

Söyleşi: Selim İleri . Emine Gürbüz & Alper İlhan

   
   

   
   

   
   düşLE: Selim İleri ismi, bunca yıl var oluştan sonra... size bugün neyi anlatıyor, ne görüyorsunuz Selim'e baktığınızda... ve Selim ne görüyor insanlara baktığında?
   
   Selim İleri: Gitgide daha içine kapanan bir Selim görüyorum. Hâlbuki gençliğimde çok daha -gerçi ben kendimi her dakika genç hissediyorum o başka- girgin, dışa dönük bir insandım, daha neşeli denebilecek bir insandım. Bunların hepsi birer ikişer gitti, hiçbir şey benim için çok fazla bir heyecan uyandırmıyor; yazı yazarken onun içindeki mücadele belki bir heyecan... ama onun dışında pek fazla bir şey hissetmiyor. Bazı insanlar zaman zaman yeni bir takım duygular, heyecanlar uyandırıyor; ama genelde baktığınız vakit çok fazla insanlara ait bir beklentim kalmadı diye düşünüyorum.
   
   
   düşLE: Dönem dönem yalnızlıklar vardı hayatınızda, "Anılar; Issız ve Yağmurlu" yayınlanmadan önce eserlerinizin birçoğunda görüyorduk bunu. Bir korku, bir geri duruş insanlardan... bugün de yaşıyor musunuz? O eski Selim'in heyecanı, acaba benden rahatsız olurlar mı diye soran Selim'in heyacanı içinizde mi?
   
   Selim İleri: İnsanın bir parçası o galiba, kişilik... ne kadar siz yol alsanız da, aradan ne kadar zaman geçmiş olsa da yaratılışınızın bazı özellikleri hiçbir şekilde değişmiyor diye düşünüyorum ben. Sizin yazınızı okurken de mesela çok ilgimi çekti; ben o cümleleri unutmuşum, ama o yazıyı okuyunca birden hepsini anımsadım. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen çok fazla bir değişiklik olduğunu sanmıyorum; yalnız belki bir şey değişti... o cesareti dahi bulamam artık. İnsanlarla kendi aramda belirli bir mesafeyi korumak zorunda olduğumu, kalbimi her açışımda o açılışın çok daha kırıcı sonuçlar vericeğinin bilincde olmak gibi bir mesafe yaratarak idare etmeye çalışıyorum.
   
   
   düşLE: "Hâlâ Stalinist..." yazmıştınız karakteriniz için yanılmıyorsam "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak"ta. Parçaları benden bulmayın diyorsunuz, yine de sorayım...
   
   Selim İleri: Yazıda tam olayı çözemedim, sonra tekrar bakacacağım diye sana sormadım az önce. Çok ilgimi çekti oradaki tespit. Orada, romanda Selim'in arkadaşı için... Yoksa ben hayatımda hiçbir zaman Stalinist olmadım. Gençliğimde Lenin, Stalin hayranlığı vardı. Fakat bu sadece solculuğun bir özelliği gibi vardı, ezbere, şartlandırılarak olmuş olan bir şeydi. Yoksa, Stalin'in yeryüzüne gelmiş en büyük facialardan birisi olduğunu ve Hitler, Mussolini gibi insanlardan da çok büyük bir farkı olduğunu sanmıyorum. Özellikle kültür ve insanoğlunun bireysel yaşamı üzerindeki baskılarının çok olumsuz sonuçlar verdiğini düşünüyorum. Devrinde çok eziyet çekmiş, çok büyük Rus, Sovyet yazarları var. Mesela onlardan bir tanesi Anna Ahmatova diye bir kadın, bir tanesi Pasternack gibi bir adam... her ikisini de çok severim ben. Ama eğer dünya görüşümü sorarsanız, sağ eğilimli bir insan hiçbir zaman olmadım, herhâlde artık bu yaştan sonra da olacağımı sanmıyorum.
   
   
   düşLE: Peki oradaki çağrışım neydi? Selim'in arkadaşı...
   
   Selim İleri: Tam şimdi cümleyi hatırlayamayacağım ama çok severek yazdığım bir cümle var: İnsan inancı için çıldıramaz mı? Ben onun fikirlerine karşıyım, ama o arkadaşım -gerçek hayattada öyle bir arkadaşım vardı- bağlıydı. Onu dinlediğiniz vakit siz de yeniden Stalinist bile olabilirdiniz. Bu bağlılık, vazgeçmeyiş, bana tabii şiirsel geliyor. Bu Stalinist olmayla ilgili değil, bir insan Hitler'e de bu kadar bağlı olabilir. O tutku, o insan yaratılışının sadakati...
   
   
   düşLE: Fanatik tutku biraz da...
   
   Selim İleri: Evet, ben de yok ama... bana ilgi çekici geliyordu. Hattâ bir anlamda anlayabildiğim bir şey benim.
   
   
   
   düşLE: Üslubunuz hakkında farklı görüşler var. Ben, o, biz, siz... Yazarken üsluba göre bir kurgu ya da kurguya göre bir üslup seçmeye özen gösteriyor musunuz? Yoksa olduğu, geldiği gibi mi satırlar... düzenler...
   
   Selim İleri: Kurguyla tabii, çok da zorlanarak o kurguyu kuruyorum. Hayatımın hiçbir döneminde hikâye ya da roman yazarken içimden geldiği gibi yazamadım. Anılar, deneme onlar tabii daha kolay. Ama, roman ve öyküde daima kurguya özen göstermeye çalıştım.
   
   
   düşLE: Anladım... Mesela, "Sabahsız Geceler" isimli öykünüz, ben bugün onu okursunuz diye düşünmüştüm...
   
   Selim İleri: Belki daha doğru olurdu. Biraz zor bir öykü okuduğumu sonra fark ettim. O da unutkanlığımdan kaynaklanan bir şey... O hikâyeyi (Lanterna Magica) çok severdim, o yüzden okudum. Ama, "Sabahsız Geceler" daha ortak, kollektif duygu yaratabilirdi.
   
   
   düşLE: O öyküde Dostoyevsi'nin Prens Mışkin'i, Rogojin'i, Nastasya Filippovna'sı gülümsüyor. Genel olarak bakınca Dostoyevski'den ve Anton Çehov'dan çeşitli çağrışıma rastlamak mümkün birçok eserinizde... Şu an aklıma gelmeyen başka yazarlardan da elbette. Peki yaratılmış eserler arasında, kendinize en yakın hissettiğiniz yaratıcılar kimler, eserler neler? Yani çok ciddi çağrışımlar alıyorum bu yazardan ya da eserden diyebileceğiniz.
   
   Selim İleri: Bir defa bizim edebiyatımızda kendi iç dünyama en yakın bulduğum şâir Behçet Necatigil'dir. Onun yanı-sıra birçok yazardan kendimi yakınlıklar alıyorum...
   
   düşLE: Halid Ziya Uşaklıgil var... Halil Vedad'ın öyküsü...
   
   Selim İleri: Evet, Uşaklıgil var. Batı Edebiyatı'ndan Dostoyevski, Virginia Woolf. Tolstoy'un bazı eserleri, tümü değilse bile... Anna Karenina'yı çok severim.
   
   düşLE: Tolstoy'da az önce sözünü ettiğimiz fanatizm var aslında.
   
   Selim İleri: Var tabii, müthiş var hem de. Joseph Conrat İngiliz Edebiyatı'ndan çok sevdiğim bir yazardır. Aslında birçok yazarı kendime çok yakın hissederim. Mesela bana baktığınızda hiç benzer tarafı yok gibi gözükür, ama Bertolt Brecht de beni son derece ilgilendiren bir yazardır. Anton Çehov ve başka sayamayacağım kadar çok yazar.
   
   
   düşLE: "Başımı göğsüne dayamak istiyorum. Yapma, yapma diyor içimdeki kötü ben. Kötü beni dinliyorum. Sarılmak istiyorum, yapamıyorum, kavuşamıyorum." gibi nice çâresizlik vardı satırlarınızda... bugün benzeri durumlar içindeki fırtınalarda yaşayan milyonlarca genç insan var. Az önce de konuşmuştuk, beklentisiz bakıyoruz artık yaşama. Belki sizden daha özgürler, oysa çelişkiler çok büyük. İkili ilişkilerde olsun, aile ilişkilerinde olsun, yaşama bakışta olsun, sanata başkışta olsun, siyasi duruşta olsun... kopuyor muyuz birbirimiziden? Yoksa her şeye rağmen yakınlaşıyor muyuz?
   
   Selim İleri: Bu öyle bir şey ki, bilardo topu gibi. Zaman zaman yakınlaşılıyor, zaman zaman teğet geçiliyor, zaman zaman kopuluyor. Her yeni dönemin kendi içerisinde getirdiği bir takım daha rahat şartlar, özgür gibi görünen şartlar oluşuyor. Ama baktığınız zaman o dönemin içerisinde insanlar daha özgür olsalar da, mutsuzlukları ve yalnızlıkları fazlasıyla oluyor.Yani bu insanın değişmez alınyazısı gibi bir şey... öyle inanıyorum. Belki de insanlığın büyük kurtuluşu için daha çok zaman var.
   
   
   düşLE: Toplum ayrışıyor mu?..
   
   Selim İleri: Ayrışıyor... evet.
   
   
   düşLE: İsteyerek mi yapılıyor, ben bunun peşinden gideceğim mi diyor herkes kendine? Yoksa bir araya gelmek için çaba harcanıyor mu?
   
   Selim İleri: Bir araya gelmek için çaba harcansa bile yaşam koşullar insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Baskılar, toplumsal baskılar, maddi problemler... maddi problemlerin de bireysel sorunlar üzerine çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Milyonlarca insanın çok zor şartlarda yaşadığı bir ülkede bireysel incelişler, gönül eğilimleri çok zor bir şeydir. Önce ekmek kavgası, ekmek kavgası daha önde olmak zorundadır. Onun getirdiği trajik bir durum var. Bir insana neden kitap okumadığı soruluyor bu ülkede. Nasıl okuyacak kitabı, ne zaman okuyacak, hangi hayat şartları içinde, hangi alım gücünde okuyacak?
   
   
   düşLE: Peki bu bağlamda popüler kültüre, popüler edebiyata, popüler yaşama nasıl bakıyorsunuz?
   
   Selim İleri: Popüler kültürü ben diğer insanlardan farklı görüyorum. Ben çok zararlı bir şey olduğuna inanmıyorum. Eğer siz popüler olmayan kültürü milyonlarca insana aktarabilecek imkânları yaratamıyorsanız... diyelim ki arabesk müzik, öteki müzikleri sevdirememişseniz, o insanların müzik ihtiyaçlarını Müslüm Gürses karşılıyorsa ben buna sadece saygı duyuyorum.
   
   
   düşLE: Peki bu durumun sebebi ne?..
   
   Selim İleri: Bizde entellektüel sanatın çok soğuk tavırlı olduğuna inanıyorum ben, televizyonda kitap programı yaparlar mesela. Bir takım insanlar, hiçbir zaman kitleye hitap edebilen, kitlenin de gönlünü okşayacak şeyler olmaz...
   
   
   
   düşLE: Kendi aralarında yapıyorlar sanki.
   
   Selim İleri: Evet, kendi aralarında olan bir şey. Bu çok tehlikeli bir şey bence. Hâlbuki o adam jilet atıyor belki ama, milyonlarca insanın ıstırabına cevap veren bir şey var ki oluyor. Hiçbir zaman o çapta popüler olmuş insanların bir sırları olmadığını düşünmemiz gerekiyor. Onlardan öğrenilecek bir şey vardır. Türkan Şoray, milyonlarca insana otuz beş yıl hizmet vermişse... tabii kitaplar çıkıyor görüyorum, popüler kültür falan... kapağa Türkan Şoray'ın resmini koyuyorlar! Hiç alakası yok... Türkan Şoray'ın gelmiş olduğu nokta çok çok daha başka bir yerde. Çok uzun zaman sonra entellektüellerimiz kavrayabilecekler. Bir insan milyonlarca kişiye hitap edebiliyorsa, orada bir giz var. Entellektüel olmak isteyen insan da bu gizi çözüp öğrenmeli ve kavrayabilmeli diye düşünüyorum...
   
   
   düşLE: Sonra da anlatabilmeli...
   
   Selim İleri: Elbette, sonra da anlatabilmeli.
   
   
   düşLE: "Hayatın öyle sürecek. Mütareke senelerini, üçlü sevişmeleri yazmayacaksın, biraz tarih soslu, biraz cinsellik, ufağından tefeğinden devrimcilik... Yazmayacaksın, miden kaldırmayacak. Yazmak istediklerinse kimsenin iştahını kabartmayacak. Belli olmaz ki, belki de yazacaksın. Her zaman kaypaktın, her zaman kaçak oynadın. Gerçek Selim'i açık denizler ortasında boş yere arıyorsun." Hiç mi öykü yazmıyorsunuz artık?.. Yazmayacak mısınız?
   
   Selim İleri: Öykü yazıyorum, iki üç tane yayınlanmamış öykü var. Hattâ bir tanesi yayınlandı. Belki bir-iki sene sonra yaşarsam çıkar. Ben tabii aslında doygun bir insanım, o alıntıladığın satırlar belirli bir karamsarlıkla oluşuyor. Yoksa okurlarının sevgisini görmüş bir insanım, onlara çok şey borçlu olduğuma inanıyorum. Ama içinde bulunduğumuz edebiyat ortamı -edebiyat denebilirse o ortama- bana artık hiç çekici gelmiyor. Onun bir parçası gibi görmüyorum kendimi. Burada tabii bir arada olunuyor, şu oluyor bu oluyor... nezakete karşılık gösterliyor ama, yollar ayrılıp gitmiş.
   
   
   düşLE: Bir tartışma ortamı bile yok demiştiniz edebiyat ortamı için, hattâ edebiyat ortamı bile demiyorum demiştiniz bir röportajınızda.
   
   Selim İleri: Demiyorum, çünkü gerçeği konuştuğunuz vakit sanki sizin çekemediğiniz gibi bir başka abuk-sabuk imaj ortaya çıkıyor. Ondan da hoşlanmadığımdan artık hiçbir şey söylemiyorum, tam tersini yapıyorum. Mesela size geliyor, sizinle ilgili röportaj yapmak istediğiniz söylüyor, beş dakika sonra filan kişinin kitabı hakkında ne düşünüyorsunuz diyor. Ben inatla olağanüstü buluyorum, okumadım ama ilk fırsatta okuyacağım, fakat kendisi son derece değerli bir arkadaşımızdır diye artık alay ediyorum. Tabii insanlar bunun alay olduğunu idrak edemeyip gerçek olarak alıyorlar. Bana çekici gelmiyor. Benim yetiştiğim yıllardaki -örnek almaya çalıştığım edebiyat adamlarımızın yaşama biçimi; maddeden uzak duruşları, paraya karşı âdeta bir nefretle yaklaşmış olmaları ve ister sağda ister solda, kendi dünya görüşleri içerisinde hemen hepsinin yaşadıkları ülkeye, o ülkenin insanlarının sorunlarına olan saygıları çok başka bir şeydi. Bugün öyle bir şey yok, o yüzden bizi yetiştiren o insanlara benim vefa ve gönül borcum sonsuz olduğuna göre bugün bana çekici gelmiyor artık.
   
   
   düşLE: Yemek kitapları... onlar huzurlu kılıyor mu sizi?
   
   Selim İleri: Onlar dikkatli okunduğunda, siyasi yazılar yazıldığı görülebilir. "Petrollü Patates Köftesi" diye bir yazım var. Mesela o yazımı çok seviyorum, birçok yazıda dile getiremediğim kadar Anti - Amerikan bir tavır var. Bizde bir şartlanma var, sizi çok yakından okuduğunu iddia eden ve hattâ sizinle ilgili çok güzel şeyler yazmış olan kişiler bile onların okuyucu tavlamak için yazıldığını düşünüyorlar. Hâlbuki ben orada siyasi görüşlerimi bir kez daha ifade etme alanı yaratmaya çalışıyorum...
   
   
   düşLE: Daha rahat ifade etme alanı yaratıyorsunuz...
   
   Selim İleri: Evet, daha rahat ifade ediyorum.
   
   
   düşLE: Neler okuyorsunuz peki, güncel edebiyatı mı takip ediyorsunuz?
   
   Selim İleri: Takip ediyorum güncel edebiyatı, fakat ne yazık ki çok kıyısından köşesinden. Bana gönderilen kitapları mutlaka okumaya, kavramaya çalışıyorum. Ama daha çok geçmişteki birikimlerin yazıya dökülmesi için geçmişi okumak zorunda kalıyorum.
   
   
   düşLE: Reklam konusunda da çok farklı görüşler oldu. Sizce bir kitabın reklamı, yani belki başarlı olanı belki de başarlı olmayanı albenili göstermek... doğru mu?
   
   Selim İleri: Reklam çağında yaşadığımızı hepimiz ister-istemez kabul ediyoruz. Edebiyat alanında bir kitabın ancak kendi çerçevesi içerisindeki reklamı yapılabileceğini düşünüyorum. Çünkü her meslek dalının kendine mahsus bir reklamcılığı var, çağımızda uzman reklamcılık bunu gösteriyor. Bir edebiyat adamının pop şarkıcısı gibi kendini ve eserini reklam etmesi sonucunda sadece gülünç şeyler ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Belki gelip-geçici başarılar ve satış garantisi söz konusu; ama bunlar uzun vadede düşünüldüğünde hem o esere, hem o yazara ziyan getireceğine inanıyorum.
   
   
   düşLE: Sinema... "Anılar; Issız ve Yağmurlu"da Handan Şenköken'e çok anlatışsınız. O kısmı geçelim, bugün takip ediyor musunuz? Karşılaştırmak belki mümkün değil... Ama bugün Türk Sineması size ne gösteriyor?
   
   Selim İleri: Çok değişti tabii Türk Sineması, bir Amerikan tekniği içerisinde hareket eder oldu. Belki geçmişteki sinema da çok fazla Türk toplumunun realitesi değil ama, bir Türk duyarlığı vardı. O Türk duyarlığı bir defa sona erdi, aşırı bir Amerikanlaşma içerisinde... bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum yine de, çünkü ne yazık ki çok fazla takip etmiyorum. Görebildiğim kadarıyla, televizyonda falan rastladığımda o kareler bana hiçbir şekilde cezbedici gelmiyor. Seyretmiyorum, birçok filmi seyretmiyorum diyebilirim.
   
   
   düşLE: Son soru... hâlâ fotoğraf çektirmemeye özen gösteriyor musunuz?
   
   Selim İleri: Fotoğraf çektiriyorum, ama fotoğraf saklayamıyorum. Başkası çeksin, bende olmadıktan sonra başkasında olsun önemli değil. Beni çok üzüyor fotoğraflar. İlhan İrem'in çok sevdiğim bir şarkısı vardır, eski bir şarkı; "hayır ben değilim, ben olamam yanındaki / böylesine dopdoluyken bugün gözlerim / nasıl da gülmüşüm şu resimlerdeki gibi" Bana da öyle geliyor, o anılar görsel olduğu vakit daha yakıcı... daha yıpratıcı oluyor. Bellek bir miktar silebiliyor, ama orada bir karenin içinde donmuş olduğu vakit çok etkileyici ve acı bir şey çıkıyor ortaya.
   
   
   düşLE: Çok teşekkür ederiz yakın ilginiz için...
   
   Selim İleri: Ben size çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder