5 Ağustos 2011 Cuma

Söyleşi: Prof. Dr. Sevinç Özer . Emine Gürbüz


   
   

   
   düşLE: Merhaba Sevinç Hanım, bize kendinizi tanıtır mısınız?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Ben, Prof Dr. Sevinç Özer. Hacettepe Üniversitesi'nde uzun yıllar çalıştıktan sonra Pamukkale Üniversitesi'nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Kurucusu olarak bulunuyorum. Şu anda üç yıllık öğrencilerimiz var. Bir akademisyenim, bir yazarım. Ama yazılarım öykü kuramı üzerine kurulu. Öykünün çeşitli görüntülerini, yazarların bilmediği, bilmek zorunda olmadığı görüntülerini yazıyorum, öykü nedir ne değildir bunu irdeliyorum.
   
   
   düşLE: İngiliz Dili ve Edebiyatı, genel yapısı hakkında bize kısaca neler söyleyebilirsiniz?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Ben gerçek bir İngiliz dili uzmanı değilim. Benim asıl konum Amerikan Kültür ve Edebiyatı. Önce Amerika'dan başlayayım, her şeyden önce Türk kültürü için bir laboratuar Amerika. Amerika'yı öğrenerek, Türkiye hakkında da çok şey öğrenebiliriz. Çünkü Amerika bir çelişkiler ülkesidir. Türkiye belirli bir gelenek ülkesidir... Amerika'daysa geleneksizlik bir gelenek hâlindedir. Ama ben tesadüfen İngiliz Dili ve Edebiyat Bölüm Başkanı olarak bulunuyorum, bu konuda bir uzman olmadığı için, yine de İngiliz Edebiyatı mezunuyum. İngiliz Edebiyatı aslında dili bir kenara bırakırsak, Türk kültürüne birçok şey katabilecek bir edebiyat. Her şeyden önce emperyalizm kültürü... Belki Amerika'dan daha fazla ve daha eski bir emperyalizm kültürü. Biz de bu emperyalizm kültürünü incelersek eğer, gerçekten bir kültür emperyalizmi altında yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz onu öğrenebiliriz.
   
   
   düşLE: Emperyalizm dediniz, bu ülkede büyük bir tepki var emperyalizme karşı. Belki bir sessiz çoğunluk. Emperyalizm edebiyatımızı nasıl etkiliyor peki?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Emperyalizm biliyorsunuz bir sömürgecilik olayı. Türkiye'nin şu anda herhangi bir ülkenin emperyalist etkisi altında, kültür dışında, olduğunu zannetmiyorum. Militarist anlamda bir emperyalist sömürge durumunda değiliz ve olacağımızı da zannetmiyorum. Bu anlamda ben kültürümüze çok güveniyorum. Ama kültür emperyalizmi, özellikle Amerika'dan gelen bir kültür emperyalizmi var. Buna karşı bazı Türk gençleri tepki gösteriyorlar; ama emperyalizmin doğasını bilmeden tepki gösteriyorlar. Her şeyden önce emperyalizm hakkında çok şey öğrenmek gerekiyor. Emperyalizm çünkü kökleri çok eskilere, köleciliğe dayanan bir olgu. Osmanlı İmparatorluğu'nda kölecilik olmadığı için, biz köleciliği de tanımıyoruz, onun için çok şey öğrenmemiz gerekiyor. Gençlerin bilinçli bir tepki gösterebilmesi için önce emperyalizmin doğrusunu bilmeleri gerekiyor. Ama ben siyaset bilimcisi olmadığım için daha çok edebiyat konusunda sorarsanız daha rahat hissedeceğim kendimi...
   
   
   düşLE: Ben zaten bunu sormuştum, emperyalizmin edebiyata yansıması nedir? Bu savaşı veren insanların yarattığı bir edebiyat var... Yani bugün var belirli isimlerle, dün de vardı örneğin Nâzım Hikmet'le. Bundan bahsedelim istiyorum. Konu İngiliz ya da Amerikan Edebiyatı olduğunda bunu geçmek kolay olmuyor...
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Nâzım Hikmet tabii ki şiirleriyle, bağımsızlık fikrini yaygınlaştıran bir şâir. Olağanüstü yetenekli bir şâir. Belki de dünya üzerindeki bir elin beş parmağı kadar az sayıdaki olağanüstü şâirlerden bir tanesi. Bağımsızlığı vurguladığı için, bizim ulusumuza bizi anlattığı için çok önemli bir şâir. Bu, siyaset biliminin konusu da olabilir, edebiyatın konusu da olabilir, başka kültürlerin, örneğin sosyolojinin konusu da olabilir. 'Memleketimden İnsan Manzaraları' aynı zamanda sosyolojinin de konusudur. O nedenle emperyalizm ilişkilendirmektense, edebiyatla ilişkilendirmeyi tercih ediyorum ben. Nâzım Hikmet, her şeyden önce hepimizin içini coşkuyla dolduran bir insan. Geleceğe dönük güvenle dolduran insan... Bir ülkenin, bir ulusun kendi benliğini savunabilmesi için her şeyden önce kim olduğunu bilmesi gerekir. Bunun için de Nâzım Hikmet'i okuması gerekir diye düşünüyorum. Nâzım Hikmet'e karşı çıkmak yazık, gençlerimiz açısından çok yazıktır. Çünkü sağda olsun, solda olsun -her iki ideolojiyi de kabul ediyorum, olması gerekli ideolojilerdir bunlar. Muhalefet gerekir sağ için sol muhalefet, sol için sağ muhalefet gerekir... Tümüyle bir ülkede yalnızca sağcılar, yalnızca solcular bulunamaz. Bulunması demokrasinin işlememesi demektir. Onun için her iki ideolojiyi de kabul edeceğiz. Ancak Nâzım Hikmet'i her iki ideolojiden insanların, gençlerin okuması gerekir. Çünkü Nâzım Hikmet bizim konsensüs ideolojimizin, yani bir bayrak etrafında toplanabilme ideolojimizin en önemli simgelerinden, söylemlerinden bir tanesidir. Onu sağda olsun, solda olsun herkesin okuması gerekir, geleceğe güvenle bakabilmek için.
   
   
   düşLE: Biraz daha edebiyata geçelim, sizin alanınıza... Öykü nedir, öykücü kimdir?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Daha önce konuştuklarımızla ilintili olarak söyleyeyim. Öyküyü ben şöyle tanımlıyorum, öykü milis harekettir. Yani ideolojik bir vur-kaç hareketidir. Öykücü sistem içindeki bazı yanlışları görür, bu yanlışlar üzerinde yoğunlaşır. Kısacık bir yazın biçimi, anlatım biçimidir. Roman buna karşılık bir ordu hareketidir. Bir ordunun, düzenli bir ordunun eğitilmesi, ortaya çıkarılması hareketidir. Roman, uygar bir dünyaya alternatifler sunmaya çalışır. Öykü bu uygar dünyadaki aksaklıkları saptar. Bu anlamda birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Ama bugün çok hızlı değişen dünyamızda öyküye daha fazla ihtiyacımız var, öykü ideolojik bir vur-kaç hareketidir. Ben öyküyü böyle tanımlıyorum. Bir yerde, bir sorun, bir terslik, ideolojik açıdan bir aykırılık gördüğünüz zaman öykü yazarsanız; öykü kahramanı aykırı bir insandır. Roman kahramanıysa uygar dünyanın isteyebileceği, belirli bir yerden başlayan, gelişen, olgunlaşan ve sonunda çok iyi denilebilecek bir insan hâline gelen, evrimleşen bir kahramandır. Öykü kahramanının değişmeye zamanı yoktur. Öykü, bir olay içerisinde kendini gösteren aykırı bir kahramanla oluşur. Çünkü öykü ulusal sorunlardan bahseder.
   
   
   düşLE: Peki bir öykücüde olması gereken özellikler nelerdir size göre?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Bu çok güzel bir soru. Çünkü, Türk öykücülüğü ne yazık ki çok başarılı değil. Öykücülükte ilk önemli koşul, detay saptaması ve detay seçimi yapabilmektir. Bazı öykücüler, öykülerini çok ve gereksiz yere uzatırlar, nerede bitireceklerini bilemezler. Roman gereksiz detayları kaldırabilir, ama öykü asla gereksiz detayları kaldırmaz. Şiir gibidir öykü bu anlamda. Bir oturuşta okunması gereken bir şeydir. Çünkü dramatik bir etki yaratabilmek için, öykünün mutlaka bir oturuşta okunması, bitirilmesi gerekir. Nasıl bir şiiri yarısında bırakıp gidip bir başka işi yapıp ondan sonra gelip tamamlayamazsanız öykünün de böyle olması gerekir. Türk öykücülerinin çoğu bu gerçeği bilmeden yazdıkları, öykülerini gereksiz detaylarla doldurdukları için, öykü sanatı yapıyorum diye aslında kısa-roman yazıyorlar ve başarısız kısa romanlar yazıyorlar. Çünkü ne roman oluyor, ne öykü oluyor. Her ikisinin de işleme alanları farklıdır.
   
   
   düşLE: Anlıyorum... Peki günümüz öykücülerinden, sizin çok beğendiğiniz ya da hiç beğenmediğiniz birileri var mı?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Ben emeğe saygı duyan bir insan olarak beğenmediklerimi asla söylemem. Ama beğendiklerimi, son yazarlardan, benim çok severek okuduğum öykücüleri söyleyeyim size: Cemil Kavukçu ve Hasan Ali Toptaş. Bayanlardan da Aslı Erdoğan. Üçünü çok beğeniyorum, zevkle okuyorum her zaman için. Geçmişte tabii Sait Faik Abasıyanık, Haldun Taner gibi öykücüler olağanüstü güzel şeyler yazmışlardır, gerçek öykü sanatını ortaya koymuşlardır. Türk Edebiyatı'nda öykü vardır, her zaman olmuştur. Son yıllarda büyük bir patlama göstermiştir, büyük bir saygınlık kazanmıştır. Genç öykücülere şunu tavsiye ederim. Her şeyden önce çok kısa yazmayı, özü yazmayı öğrenmelidirler. Uzatmanın hiçbir anlamı ve yeri yoktur öyküde.
   
   
   düşLE: Türk Edebiyatı'ndaki öykücülerin, Tanzimat Dönemi'nde Batı'dan özenip öykü yazmaya çalıştıkları söyleniyor. Sizin bize geçmişten verebileceğiniz örnekler var mı ya da bu bağlamda öykünün güncel durumu nedir?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Ben Türk Edebiyatı üzerine çalışma yapmadığım için, Türk Edebiyatı'nın geçmişi üzerine çok fazla söz söyleyemiyorum. Ben bir kuramcıyım daha çok ve çağdaş öykü üzerine çalışıyorum. Ama şunu söyleyebilirim Almanya'da da iyi öykü yoktur, Fransa'da da iyi öykü yoktur, pek çok Avrupa ülkesinde de yoktur, Uzak Doğu ülkelerinde de yoktur. Öykü, Amerikalılar'ın icat ettikleri, dünya edebiyatına armağan ettikleri bir türdür. Ben, Amerikan Edebiyatı uzmanı olduğum için Amerika'daki öykünün gelişim tarihçesini çözümleyebiliyorum. Öykünün ilk kuramı Edgar Allan Poe tarafından yazılmıştır. Edgar Allan Poe'nun da öykücüye verdiği tek ders şudur: Öykü tek bir etki yaratmak için yazılan bir anlatım biçimidir. Edgar Allan Poe şunu söylüyor: Güzellik, ölüm, yaşam gibi çok az sayıda konu hakkında tek bir etki yaratmak için öykü yazmaya başlayabilirsiniz. Bu bir olayla ortaya çıkarılabilecek, bir simgeyle mitleştirilebilecek bir anlatım biçimi olmalıdır, her öykü okuyucunun kafasında unutulmayacak bir anı bırakmak zorunda olduğu için 'mit' yaratmak zorundadır. 'Mit'i de ben şöyle tanımlıyorum: Mitler, gelecek kuşaklara iletilmesi gereken inanç formülasyonlarıdır. Atasözleri mitleştirme dilidir. Onun için öykü yazarının mitler konusunu çalışması gerekir. Geçmişteki Türk öykü yazarlarının çok iyi öyküler yazdığını söylemek mümkün olmaz, rasyonel olarak mümkün olamaz. Bu konuda son derece cahil olduğumu itiraf etmeliyim; ancak çağdaş kısa öykü yazabilmek için, her şeyden önce tek bir etki yaratmayı bilmek, mitleştirme dilini kavrayabilmek gerekir. Türk Edebiyatı'nda mitleştirme dili yoktur, bunu açıkça söylemek gerekir.
   
   
   düşLE: O. Henry'yi nasıl buluyorsunuz?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: O. Henry, Amerikan Edebiyatı'nda aslında hoşlanılmayan bir yazardır. 'Surprise Ending' dediğimiz sürprizli bitişi ortaya çıkarmıştır. Bu da öykü sanatının ticarileştirilmesi olarak düşünülür. O yüzden Amerikan Edebiyatı'nda O. Henry'nin yeri iyi bir yer değildir. Ticarileşmiş öyküyle özdeşleşmiştir ismi. Ancak öykü sanatı konusunda, örneğin bir Ernest Hemingway... çünkü, 'Iceberg' (buz dağı) yöntemiyle yazar. Yazdıkları çok basit, yalın gibi görünür, ama çok anlamlıdır.
   
   
   düşLE: J. Steinbeck hakkındaki düşünceleriniz neler?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Steinbeck de çok başarılı bir öykü yazarı değildir. Steinbeck aslında kısa romanda daha çok başarılıdır. 'Fareler ve İnsanlar' en başarılı öyküsüdür. 'Kasımpatıları' güzel bir öyküdür. Fakat çağdaş öykü sanatı açısından gelenekçi bir dil kullanmıştır. Çağdaş öykü nasıldır, ben size söyleyeyim. John Whiteman isimli bir zenci yazar. 'Çöpte Yeni Doğmuş Bir Bebek Ölü Bulundu' başlığı altında bir öykü yazmıştır. İki sayfalık bir öyküdür. Bu öykü şundan bahseder. Yasadışı doğan bir bebeği annesi sekizinci kattan ölmesi için çöpe apartmanın çöp penceresinden atmıştır. Bebek sekiz kat boyunca düşerken pencereden zenci apartmanı içerisinde çeşit çeşit sefalet manzaraları görür. Bebeğin aklından geçen şudur, keşke annem beni atmasaydı da daha çok yaşayabilseydim, yaşam her şeye rağmen güzel bir şeydir... Bu öykü yaşamayı mitleştirmektedir. Sefalete, zorluklara, eşitsizliklere karşı yaşamayı mitleştirmektedir. Çok çarpıcı, çok güzel bir çağdaş kısa öyküdür. Türk Edebiyatı'nda ben buna benzer çarpıcı öyküler bulmakta zorlanıyorum, bunu söylemem gerekir. Ama Türk Edebiyatı daha kötü durumda bir edebiyat değildir dediğim gibi; Almanya'da, Fransa'da da, diğer Avrupa ülkelerinde de çok çarpıcı öyküler yazılamıyor bugün.
   
   
   düşLE: Son yıllarda öykü konusunda bir patlama var. Dergiler, öykü günleri, öykü çalışmaları... Bu acaba, Türk öykücülüğünü daha fazla özgünleştirme bağlamında tetikleyici sonuçlar getirecek mi sizce?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Aslında öykünün çok yazılması daha iyiye gideceği anlamında değildir. Öyküler, dâhici yazılan sanat eserleridir. Ama öykülerin çok sayıda yazılması, çok güzeldir. Edebiyatın demokratikleşmesidir, edebiyatın yaygınlaşmasıdır bu, herkesin söyleyecek sözü vardır demek ki.
   
   
   düşLE: Öyküyü biraz şiirler özleştiren yaklaşımlar var. Buna ne diyorsunuz, şiir çok fazla bir biçimi, söylemi olan bir olgu. Geçmişten, geleceğe uzanan ya da fiilen gelecekte patlayacak olan bir olgu...
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Öykü, şiire benzer. Hangi anlamda benzer? Dil konsantrasyonu açısından benzer. Daha önce de söylemiştim. Öyküde hiçbir gereksiz ayrıntı koyamazsınız, şiir gibi okunmalıdır... Öykünün ortasında kalkıp gidip su içerseniz, öykünün dramatik etkisi bozulur. Bu anlamda şiirsel yaklaşımlar denemek, yoğun bir dil kullanımını denemektir. Öykü açısından başarılı olabilir, çünkü öykünün ön koşullarından bir tanesi dil yoğunluğudur. Siz gereksiz ayrıntıları atmak, öyküyü bu şekilde yazmak zorundasınız. Türk Edebiyatı'nda pek çok öykücü bunu bilmiyor.
   
   
   düşLE: Yalnızca bu özelliği bağlamından mı özdeşleştirebiliyoruz öyküyü şiirler?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: İki konuda öykü şiire benzer. Bir, mit dili yaratmada. Şiirler mitler yaratmak için yazılır. İkincisi de dil yoğunluğu kullanmada. Bunun dışında olay olduğu için öykü romana benzer. Romana da olay içinde insanı ele aldığı için benzer. Öykü kendi içinde bir muhtariyettir, egemenlik ve özerklik alanıdır. Bunu bu şekilde düşünmemiz gerekir, bu şekilde düşünürsek daha sağlıklı yaklaşabiliriz bu duruma. Şiirler romanı nasıl bir araya getirmiyorsak, romanla şiiri, şiirler öyküyü bir araya getirmemize gerek yoktur. Ama birbirlerinden ödünç aldıkları öğeler olabilir.
   
   
   düşLE: Siz öykü kuramları konusunda uzman bir kişisiniz. Bu kuramların çiğnenmesi mi çiğnenmemesi gerekiyor? Bu kuramlar çiğnendiğinde öykü öykülükten mi çıkıyor?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Öykücü kuramı bilerek yazmak zorunda olan insan değildir. Öykücüler bir anlık esinlenmeyle yazarlar. Kendilerini geliştirirler, öykü yazarak iyi öyküye ulaşırlar. Öykücüleri anlamaya çalışmak, kuramcıların ve eleştirmenlerin işidir. Öykücü kesinlikle kuram bilmek zorunda değildir. Sadece kendini tanımak zorundadır. Tıpkı nasıl romancı roman kuramını, tarihçesini bilmek zorunda değilse, öykücü de öykünün tarihçesini ya da öykü kuramını bilmek zorunda değildir. Öykücüler kendilerini tanıyarak, geliştirerek daha iyi öyküye ulaşırlar.
   
   
   düşLE: Dünyadan, tavsiye edebileceğiniz öykücüler kimler?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: En iyi öykücüleri Amerikan Edebiyatı'nda bulabilirsiniz. Çağdaş Amerikan öyküsü en iyi öykü alanlarından bir tanesidir. Amerika kıtasal bir ülke olduğu için, öykü hızlı iletişim olanakları yaratmıştır ve Amerikalı iyi yazarlar öyküyü iletişim aracı hâlinde kullanmışlardır. Bugün o kadar çok öykücü var ki, kısa öykü konusunda kendini başarılı olarak kabul ettirmiş olan. Ama örneğin John Whiteman'ı okunmalı derim ben. Mary McCarty okunmalıdır... Yine de isim vermekten hoşlanmıyorum.Benim reçetelerimi kullanmayın bu yüzden, sevdiğiniz öyküleri okuyun.
   
   
   düşLE: Sözünüzün başında çok insancıl bir söylem olarak; yayılmacı, emperyalist olgulara karşı olduğunuzu gördük. Buna olgular açısından Amerikan Edebiyatı'na dünden bugüne baktığımızda yazarların arka plân edimleri, eğilimleri, özlemleri insancıl ve muhalif mi?
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Edebiyat bir aldatma sanatıdır. Edebiyatta aslında, kadın yanındaymış gibi görünebilir, ama kadının karşısında yazabilirsiniz. Bütün edebiyat, bütün sanatlar bana göre bir aldatma yöntemi olabilir. İdeolojik olarak kullanmaya karar verdiğimiz zaman kültür emperyalizmi için çok iyi araçlar hâline gelebilir. Öykü de böyledir, roman da böyledir, diğer bütün anlatım biçimleri, sanat biçimleri, sanatın bütün dalları ideolojik araçlar, silahlar hâline gelebilirler. Ama, Amerikan kültürünün elindeki en büyük silah Amerikan filmidir, Amerikan televizyonudur. Kendi halkını da aldatır, bizi de aldatır. Kültür emperyalizmi zaten bu şekilde yayılıyor gördüğüm şu anda kadarıyla... Pek çok yöntemi ve silahı var, Türkiye'deki en etkileyici silahıysa Amerikan dizi filmleridir örneğin. Artık gençlerimiz Amerikan dizi filmlerinin diliyle konuşuyorlar. Bu anlamda edebiyat günahsız değildir, son derece günahkâr bir alandır. Edebiyat çok aldatıcı olabilir, çok büyük bir silah olarak kullanılabilir. Şunu söylemek istiyorum en son olarak, edebiyat bir ulusun politik projesidir. Bir ulus emperyalizm yapmaya karar verdiği zaman edebiyatı kullanır; kendini reformize etmeye karar verdiği zaman edebiyatı kullanır; reformize etmeme karar verdiği zaman da edebiyatı kullanır. Acıklı olan da budur...
   
   
   düşLE: Düşle Edebiyat Dergisi adına teşekkür ederim Sevinç Hanım. Bu söyleşiyi gerçekleştirmiş ve sizi tanımış olmak beni çok mutlu etti.
   
   Prof. Dr. Sevinç Özer: Teşekkürler, ben teşekkür ederim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder