5 Ağustos 2011 Cuma

Söyleşi: Nedim Gürsel . Emine Gürbüz

   
  
   
   düşLE: Yolculuklarla geçen yaşamınıza sığdırdığınız Nedim Gürsel'i bugün nasıl hissediyorsunuz içinizde?
   
   Nedim Gürsel Bugün Eskişehir'de Nedim Gürsel biraz yorgun. Çünkü yoğun bir yolculuk süreci yaşadıktan sonra Eskişehir' geldi. Bir haftada Berlin, Bordeaux, Paris, İzmir, İstanbul ve Eskişehir'i bir haftaya sığdırmak gibi bir mucize gösterdi!.. Bu arada tabii masası başında çalışan bir yazar Nedim Gürsel. Yolculuklar dönem dönem yoğunlaşıyor, bu öyle bir dönemin sonu... Eskişehir son etap.
   
   
   düşLE: Gorki'nin Öyküleri isimli yazıdan dolayı hakkınızda açılan davanın sonunda Türkiye'den kaçmak zorunda kaldınız. Peki neden Fransa'yı tercih ettiniz?
   
   Nedim Gürsel Halkın Dostları dergisinde 1970 yılında Gorki üzerine yazdığım bir yazıdan dolayı hakkımda bir dava açılmıştı. O zaman savcı yedi buçuk yıl hapsimi istiyordu. Bende yirmi yaşında hapse girmeyi göze alamadığım için Fransa'ya gittim, sizin deyiminizle kaçtım! Fransa'yı seçmemin nedeni, Galatasaray Lisesi'nde Fransızca öğrenmiş olmamdı. Ayrıca babam Fransızca öğretmeniydi, çok küçük yaşta kaybettim onu. Belki biraz onun da izini sürmek amacıyla Fransa'ya gittim. Paris zaten daha önceden de bir kere gitmiş olduğum ve çok sevdiğim bir kentti. O kente, böyle güç ve olumsuz koşullarda da olsa yeniden görmek tercih sebebiydi benim için.
   
   
   düşLE: 12 Eylül döneminde yaşadıklarınızı, birçok öykünüzde yansıtıyorsunuz. Peki dönemde yaşadıklarınız, zihninizde kalıtsal ve büyük acılar bıraktı mı?
   
   Nedim Gürsel Zihnimde evet, ama ben 12 Eylül'den sonra yurdumuzun yaşadığı baskı dönemini uzaktan izledim. Tabii bu dönemin yaraları, bıraktığı acılar, izler şu ya da bu biçimde öykülerimde yer aldı. Örneğin, "Öğleden Sonra Aşk"ta "Akdeniz'de Bir Balkon" adlı öyküm bu dönemde işkence görmüş bir genci anlatır. O gencin yıllar sonra sevgilisiyle birlikte ülkesine dönüşünü anlatır; ama aynı zamanda da benim var oluşumun vazgeçilmez bir parçası olan Akdeniz coğrafyasını anlatır. Akdeniz güneşi, sanki o yaraları hâlâ kanatmaktadır, öyle bir imge var o öyküde. Ama şahsen fiziksel olarak öyle bir acı yaşamadım. Yakınlarım, sevdiğim dostlarım yaşadı. Ben bir parça da onların acısını dile getirmek için bu öyküleri yazdım.
   
   
   düşLE: Türkiye'de edebiyatın ne kadar özgür olduğuna inanıyorsun?
   
   Nedim Gürsel Edebiyatın özgür olması için gerçek anlamda bir demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün yerleşmiş olması gerekiyor. Türkiye demokratikleşmede epey yol aldı, epey adımlar atıldı demokratikleşme yolunda. Ama yine de bir takım tabularımız, sansür mekanizmasını her zaman harekete geçiren davranışlarımız oluyor... hem toplumcu, hem de devlet tarafından. Bunun zamanla olumlu yönde değişeceğini ve gerçek anlamda bir düşünce özgürlüğünün, hele Avrupa Birliği'ne girersek olabileceğini umuyorum.
   
   
   düşLE: Nâzım Hikmet'le ilgili yaptığınız çalışmalarınız var, onun şiirlerini ve yaşamını incelemiş biri olarak. Bugünkü genç kuşağın Nazım Hikmet'e bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
   
   Nedim Gürsel Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Nazım Hikmet ve o anlamda siyasi şiir anlayışı biraz Batı'da gündemden düştü. Ama Türkiye'nin gündeminden Nazım Hikmet hiçbir zaman düşmedi. Sanıyorum bugün genç kuşaklar onun kimi şiirlerini severek, kimi şiirlerini eleştirerek okuyorlardır. Nazım Hikmet çok büyük bir şair, Türk şiirine yenilik getirmiş bir sanatçı. Türk şiirinde o güne kadar var olmayan bir tonu, edayı yakalayabilmiş bir sanatçı. Gençlerin Nazım Hikmet şiirini bir de bu gözle okumalarını ve değerlendirmelerini isterim.
   
   
   

   
   

   
   düşLE: Dünya Şiiri ölçütlerinde değerlendirdiğinizde, Devrim Şiirleri konusundaki genel yeterlik ne derecede? Devrimci geleneği olmayan ülkelerde, düzen karşıtı edebiyat başarılı olabiliyor mu?
   
   Nedim Gürsel Her ülkenin geleneğinde bir devrim vardır. Devrimden eğer değişmeyi, dönüşmeyi kast ediyorsak. Bazı ülkeler sosyalist devrim dediğimiz tarihsel süreci yaşadılar; ama o dönem artık Nedim Gürsel geride kaldı. Ben yazı yazmaya başladığımda, Havana Devrimi'nin üzerinden birkaç yıl geçmişti. 1960'lı yılların sonlarına doğru ben yazı yazmaya başladım. Sonra başka devrimlere de tanık oldu dünya. Ama asıl 20. yüzyılı belirleyen, John Reed'in bir kitabının adını anarak söylemem gerekirse 'dünyayı sarsan 10 gündür'. Yani 1917 Ekim devrimidir. 20. yüzyıl onunla başladı ve o devrimin çıkmaz sokaklarından kurtulmayla sona erdi. Çünkü o anlamda sosyalizm çöktü, totaliter bir rejime dönüşmüştü, bizim inandığımız ve uğruna mücadele verdiğimiz devrim anlayışı. Şimdi bir karmaşa var tabii, kesinlikle bir kapitalizm kazandı diyemeyiz. Çünkü, sömürü olduğu sürece, eşitlik olduğu sürece, insanlar arasında dayanışma ideali olduğu sürece sosyalizm de olacaktır.
   
   
   düşLE: Biraz daha edebi açıdan devam etmek gerekirse, bir devrim gerçekleştirmiş ve istediği rejimi kazanmış bir ülkenin, sözün kabası Rusya'nın devrim edebiyatına nasıl bakıyorsunuz? Mesela ilk aklıma gelen isim Mayakovski...
   
   Nedim Gürsel Mayakovski de Nazım Hikmet gibi kendi şiir geleneğine karşı çıkmış, yeni bir anlayışını savunmuş şairler arasında. Biliyorsunuz fütürist akım içinde değerlendirilir Mayakovski'nin şiiri. Ama sonradan Bolşevik mücadeleye katılmış, Stalin döneminde o anlayışlar bağdaşamadığı için de bir ruhsal bunalım sonucu -buna bir de aşk acısını ekleyin- intihar etmiş bir sanatçı, çok genç yaşta ne yazık ki... Mayakovski de Nazım Hikmet gibi yenilikçi, bu açıdan bakıldığında da 20. yüzyılın en önemli şâirlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
   
   
   düşLE: Rusya'dan devam edelim. Dostoyevski'nin genç kahramanı Raskolnikov size "Raskolnikov'un Odası" isimli bir öykü yazdırdı. Karşılaştırmalı edebiyat dalında ilerleme kaydeden bir yazar olarak, dünya edebiyat literatüründe sizi en çok ne çekiyor?
   
   Nedim Gürsel 19. yüzyıl Rusya Edebiyatı çok önemli bir edebiyat, başlı başına bir gelenek oluşturmuş bir edebiyat. Tolstoy'u, Dostoyevski'si... Benim kendime o dönemin yazarları içinde en çok yakın hissettiğim kişi, Çehov'dur. Çehov'un öykülerini oluşturduğu şiirsel atmosferi çok yakın bulurum kendime. Edebiyat evrensel bir sanat, bir ülkenin sınırlarıyla belirlenmiş değil. Sanat, bütün insanlığa hitap ettiği için, Japon Edebiyatı'ndan, Fransız Edebiyatı'ndan, İtalyan Edebiyatı'ndan isimler var. Herhalde bazı ortak noktaları olan yazarları kendime yakın hissedebiliyorum...
   
   
   düşLE: Atlas Dergisi'yle çalışıyorsunuz şu anda, seyahat bir iş hâline geldi sizin için. Kent seyyahlığı yaşamınızda ne kadar yere sahip?
   
   Nedim Gürsel Benim toplu gezi yazılarımı bir araya getiren "Bir Avuç Dünya" isimli bir eserim var, beş kitaptan oluşan bir eser bu. Dünyanın çeşitli yerlerine yaptığım seyahatlerin izlenimleri var bu kitapta. Aslında keşfetmek için seyahat eden bir yazarım. Bu seyahatler benim yazarlığımı da besliyor diye düşünüyorum. Ama bu seferki seyahatlerin keyif değil, bir iş olduğu da doğru. Çünkü bazı projeleri gerçekleştirmek için seyahat eder oldum. Atlas Dergisi için yaptığım seyahatler öyle. Örneğin, St-Petersburg kentinin kuruluşunun 300. yıldönümü üzerine yazı yazmak için gittim St-Petersburg'a. Yani belirli amaçlarla yapılan seyahatler. Oysa seyahatin keyfi, başı boş olduğunuz zaman çıkar...
   
   
   düşLE: Gittiğiniz kentlerin sizin üzerinizde bıraktığı etki nasıl şekilleniyor peki. Konuşan şehirler görmek mümkün kitaplarında...
   
   Nedim Gürsel Evet, kimi zaman benim kitaplarımda İstanbul, Paris, Atina, Amsterdam gibi şehirler dile gelir. Çünkü kentlerle ben insanlarla kurduğum gibi sevecenliğe dayalı duygusal ilişkiler oluşturmaya çalışıyorum aramda. Kentler de benim kitaplarımın kahramanları olur. Örneğin, "Öğleden Sonra Aşk"ta Atina var, Saray Bosna var, İstanbul var, Berlin var... Bu kent mekânlarının şiirselliğini yakalamaya özen gösteren bir kitap. Ayrıca, "Sevgilim İstanbul" ismini verdim bir kitabıma. Sanırım bu başlık da, bu konudaki tavrımı özetliyor. Bir kentle aşk ilişkisi kurduğumu söylediğimde, o kenti merak ederim, o kentin tarihini, insanlarını, hayatını merak ediyorum. Bunları da dile getirmeye çalışıyorum. Kimi zaman da kentler kendilerini anlatıyorlar... bunu saptamanız zor.
   
   
   düşLE: "Kadınlar Kitabı" isimli eseriniz, müstehcenlik yüzünden toplatılmıştı. Şimdi de müstehcen olduğu için eleştirilen ya da böyle değerlendirilen eserler var. Ahlakın sınırları, edebiyatta nedir sizce?
   
   Nedim Gürsel Yaratıcı etkinlik, sanatsal alanda gerçekleşen etkinlik özgürlük ister. Özgürlüğün olmadığı yerde, yaratıcılık da yoktur. Dolayısıyla bu ülkede kitapları toplatılmış bir yazar olarak, ben her türlü sansüre karşıyım. Çünkü dönem dönem toplatılmış olan kitapların, ileride ders kitabı olarak okutulduğunu görüyoruz. Flaubert'in Madam Bovary'si bile Fransa'da yayınlandığı dönemde toplatılmıştır. Bugün bütün Fransız okullarında ders kitabı olarak okutulan "Kötülük Şiirleri" de bir dönem toplatılmıştı. Benim, "Uzun Sürmüş Bir Yaz" isimli kitabım da 159. madde gereğince 12 Eylül'den sonra toplatıldı. 'Devletin güvenlik kuvvetlerini tahkir ve teyzir' tanımı da budur! Yine de demokratikleşme yolunda son zamanlarda hızlı bir ilerleme kaydettiğimiz için, bu tür kitapta toplatma olaylarının giderek azalacağını ve hiç kalmayacağını umuyorum.
   
   
   düşLE: Biraz da tarihsel bakış açınıza değinelim edebiyat penceresinden. Roman mı tarihin unsuru olmalı, yoksa tarih mi romanı yaratmalı?..
   
   Nedim Gürsel Tarih romanın çıkış noktası olabilir. Bugünden geçmişe bakan ve geçmişin tarihsel yapısını anlatırken o yapıya içkin olan tarihsel roman sayılmalı. Yani bugünden geçmişe bakış ve geçmişin yorumu bir romanı tarihsel yapabiliyor. İlle de bir tarih konusunu anlatması değil. Ama roman tarih değildir, biz tarihi öğrenmek için romanı okumayız. Roman bize tarihsel bilgiler de verebilir, yine de roman başka bir şeydir. Biz tarih kitabını okurken aldığımız tattan başka bir tat almalıyız tarihsel romanı okurken. Tarihi okur gibi değil, her şeyden önce bir roman okuduğumuz bilerek okumalıyız.
   
   
   düşLE: "Boğazkesen" isimli eserinizin tarihsel ve kültürel duruşu hakkında okuyucuların farklı yorumları var.
    Peki siz ne görüyorsunuz Fatih'in romanında?

   
   Nedim Gürsel İki eksende yürüyen bir anlatı görüyorum. Anadolu Hisarı'nda bir yalıda Fatih'in romanını yazarken hayatına giren bir genç kadınla tutkulu bir aşk yaşar ve sonunda bu kadın sadece onun hayatında değil, kafasında, imgelenimde de çok fazla yer tutmaya başlar. Sevdiğim kadını yok edersem, zihin esenliğine kavuşabilir miyim diye bir hezeyana kapılır. Dolayısıyla "Boğazkesen" hem günümüzün, hem 15. yüzyıl Osmanlı toplumunu anlatan, bu açıdan da barok sayılabilecek bir roman. Bu açıdan bütünüyle tarihsel olduğunu da söyleyemem.
   
   
   düşLE: I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı'na baktığımızda hep uç noktalarda yaşanan çeşitli siyasi duruşlar var ön plânda. Böyle bakınca her şeyi uç noktalarda yaşayan siyaset hep savaşlara mı sürükler insanlığı?
   
   Nedim Gürsel Ne yazık ki 20. yüzyıl tarihi, bütün insanlık tarihi ama, özellikle 20. yüzyıl tarihi çok büyük savaşlara ve kırımlara tanık oldu. İki büyük savaş yaşandı, ondan sonra soğuk savaş yılları geldi, çatışmalar hiç bitip tükenmek bilmedi. Bu arada ulusal kurtuluş savaşlarına da tanık oldu 20. yüzyıl, sömürgeci ülkelere karşı verilen savaşlardı bunlar. 21. yüzyılın daha barışçı, barışa hazır bir yüzyıl olduğunu düşünürken, daha yüzyıl başlar başlamaz savaş başladı; Afganistan'da, sonra Irak'ta. Tabii Amerika'nın yayılmacı, hegemonyacı politikası bu savaşlara neden oldu. En azından son Irak Savaşı'nda bunun kesin öyle olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, Birleşmiş Milletler'in güvenlik konseyi biliyorsunuz bu savaşı onaylamadı. Bu bakımdan da hukuksal yönü tartışmalı bir savaştır son Irak Savaşı.
   
   
   düşLE: Türkiye'de kültür konusunda da çeşitli çelişkiler mevcut. Bir yandan Avrupa'nın, öte yandan Amerika'nın, Türkiye içindeki farklı etnik milletlerin ve Asya'nın kültürü... Siz ki dünyanın birçok yerini gezmiş bir kişisiniz. Bu açıdan da değerlendirdiğinizde Türkiye'yi bir sentez olarak mı, yoksa bir karmaşa ve çözümlenmemiş kültür sorunsalı olarak mı görüyorsunuz?
   
   Nedim Gürsel Galiba ikisi de var. Türkiye etnik açıdan çok karmaşık bir mozaik. Bunun tabii kültüre yansıyan niteliği de var, bu karmaşanın, bu mozaiğin. Aynı zamanda zenginleştirici de bir şey. Biz çok uzun süredir, nerdeyse bir buçuk yüzyıldır -Tanzimat'tan bu yana diyelim- Batı kültürüyle bütünleşmeye çalışan, ama bunu da bir türlü beceremeyen bir ülkeyiz. Az önce de sözünü ettim, son 30 yılda üç askeri darbe yaşadık. Bundan sonra eğer Avrupa Birliği'ne girersek öyle şeyler artık olmayacak sanırım. Bizim kültür zenginliğimiz, çağdaş bir kültür sentezi olarak ortaya konabilirse, kendini bulacaktır. Çünkü hem Orta Asya kültüründen bir takım öğeleri göçebe toplum olarak getirmişiz, hem Anadolu'da bulduğumuz uygarlıklardan bir takım şeyler almışız, sonra Balkanlar'ı fethe çıktığımızda Avrupa kültürüyle tanışmışız, ayrıca 11. yüzyıldan bu yana kültürümüzü belirleyen İslam Uygarlığı'yla da tanışmışız... İşte bütün bu kültürler ve o kültürlerden aldığımız o öğelerden bir çağdaş sentez gerçekleştirebilirsek, Batılı anlamda kültürlü bir ülke olmayı hak etmiş sayılırız.
   
   
   düşLE: Avrupalı bir kültür sentezi modeli sözünü ettiğiniz. Peki bu konudan edebiyata dönelim tekrar, yeni kitabınız hakkında ne söyleyebilirsiniz bize.
   
   Nedim Gürsel "Sağ Salim Kavuşsak", annemin Paris'ten babama yazdığı bir cümle kitabın ismi oldu. Bu mektup gönderildikten bir hafta sonra babam 38 yaşında bir trafik kazasında ölüyor. Bundan sonra benim çok az tanıdığım babamı keşfetmek gibi bir şey oldu, belki o amaçla yazıldı bu kitap. Çocukluk yıllarımı anlattığım, otobiyografik bir kitap söz konusu. Çocukluğum Balıkesir'de geçti, ilkokul yılları... Kemalist eğitimin biz çocuklara biraz fazlaca dayatılması ve onun üzerimizde bıraktığı kalıcı izler, anneyle ilişki, ağabeyimle olan çekişmelerimiz kitabın başlıca konuları diyebilirim.
   
   
   düşLE: Son olarak, kültür konusunda sormayı unuttuğum bir soru vardı. Mevcut sanal kültür hakkında ne düşünüyorsunuz, her ne kadar sanatsal bir çaba olsa da bizimki, bu kültürde kendine yer buluyor nitelemede...
   
   Nedim Gürsel Bu sabahki söyleşimde yazarın dünyasını anlatırken, beyaz sayfadan, odanın ışığından, sözcüklerle başbaşa kaldığından, oradan yola çıkarak bir dünya kurduğundan bahsettim yazarın... O beyaz sayfaya şimdi ekranı da ekleyebiliriz demeyi de unutmadım. Çünkü bir çok kitabını elle yazmış bir yazar olarak bir süredir bende doğrudan bilgisayarla kitaplarımı yazdığımı belirtmeliyim. Tabii internet, tabii iletişim, tabii gelişen teknoloji... Bunların dışında kalması söz konusu değil yazarın. Ama yine de edebiyat uğraşısının kendi içerisinde de bir sanat yaydığını da belirtmek isterim. Çünkü hayal gücü edebiyatın temeli ve dil...
   
   
   düşLE: Tüm yorgunluğunuza rağmen bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz Nedim Gürsel...
   
   Nedim Gürsel Ben teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder