5 Ağustos 2011 Cuma

Söyleşi: Onur Caymaz . Emine Gürbüz & Alper İlhan


   "(...)
   gençtim, ölü bulunan bir roman kahramanı
   birkaç şiir kasedinin bozuk yaralı yüzümde
   bir evin eski sahibine gelen kayıp mektup yaslı pul
   birlikte çıkılan evlerin pencerelerindeki sesten
   garba düşmek gurbettir yavrum benim derken
   
   ah camları kırık kalbim, benim en eski pencerem
   (...)"

   
   
   düşLE: Onur Caymaz, edebiyat sayfalarında yeni yeni görülmeye başlayan bir isim, kendini bize biraz tanıtır mısın?
   
   Onur Caymaz: 1977 İstanbul doğumluyum. Marmara Üniversitesi Bilgisayar bölümünü bitirdim. 1992'den beri yazıyla uğraşıyorum. Önce şiirle başladığım yazı yaşamıma 1996'da öykü de katıldı. O zamanlar yazdığım "Hayalperistanbul" adlı öyküm 1999'da Gençlik Kitabevi öykü ödülünde birincilik kazandı.
   Daha sonraki dönemde yazdığım şiirleri Kah ve Rengi adı altında derleyip 'Orhon Murat Arıburnu' şiir yarışmasına gönderdim. Dosya yarışmayı kazandı ve 2000 Kasım'ında Kah ve Rengi Hera yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
   Bir süredir şiirlerim sadece Adam Sanat dergisinde yayınlanmakta. Adam Sanat'la kurduğumuz ilişkiden sonra, yazdığım öyküler de dikkate değer bulunarak bir süre Adam Öykü'de yayınlandı. Bundan sonraki süreçte de 2003 Haldun Taner Öykü Ödülü'nde Nokta adlı öyküm ikinci oldu. Daha sonra Doğan Kitap'a başvurdum. Doğan Kitap yazdığım öykü dosyasının yayınlanmasına karar verdi. Ekim 2003 tarihinde de "Ezilmiş Leylaklar Yıllığı" isimli ilk öykü kitabım çıktı.
   
   
   düşLE: Kendini anlatırken ödüllerden söz ettin, sen nasıl bakıyorsun edebiyat dünyasındaki ödüllere?
   
   Onur Caymaz: Ödül her şeyden önce kimse tarafından ismi bilinmeyen birisinin tanınmasını sağlıyor. Bu açıdan önemli. Ama tabii ki hiç bir zaman iyi yazarlık kötü yazarlık anlamında bir kıstas olamaz.
   
   düşLE: Peki sen neyi kıstas alıyorsun; şiire ve öyküye bakarken senin kıstasın ne, ne şekilde değerlendiriyorsun?
   
   Onur Caymaz: Ben kendi eleştirmenimi yarattım içimde. Benim yanlış bir şey yaptığımı düşündüğünde, bak yanlış yaptın diyor bana. İnsanın en büyük düşmanın kendisi olduğunu düşünen bir adamım. Yazı kavgasında da insan en çok kendisiyle savaşa giriyor. Bunlardan galip çıkabilirse yazdıklarını dolaşıma sürebilecek duruma geliyor. Galip çıkamazsa onlar bir köşede birikiyor, zamanla hayat unutturuyor yazmayı.
   Benim için en önemli ölçü okuduğu şeyin insanı sarsması, sarıp sarmalamasıdır. Metnin bize bir şeyler hissettirmesidir.
   
   düşLE: Şiirden öyküye geçiş yaşadın, nasıl oldu bu?
   
   Onur Caymaz: Kendi şiirimin anlatmak istediğim bir takım şeyler noktasında çıkmaza girdiğini düşünüyorum. Bu yüzden öyküye yöneldim. Öykü şiirden de zor bir dal. Metafizik bir şey.
   İnsanın bir havaya girdiğini ve birden bire oturup yazmaya başladığını, yazarken de asla bunun nereye gideceğini düşünmediğini, ne tür bir şey olacağını bilmediğini hissediyorum.
   O anlamda bir türü bırakıp gitmekten öte, ara ara birbirlerine dönüş var bende. Hatta bir roman çalışmam bile var, şimdilik 12-13 sayfa yazdığım. Bilemem... Ne olur ne biter, yapabilir miyim... Ama ben bir yazarın her türü denemesi gerektiğini düşünüyorum.
   
   
   düşLE: Bugün kendini önemli edebiyatçılarla yan yana otururken buldun Edebiyat Günleri'nde. Feridun Andaç, Selim İleri... Üzerinde bir ağırlık hissediyor musun?
   
   Onur Caymaz: Tabii hissediyorum. Yani genç bir adam olarak benim yaşımdan daha fazlasını bu işe vermiş insanlarla birlikte olmak, bir şeyler konuşmak; hem bir yük, hem bir cesaret işi, hem de bir onur bence. Ama onların hoş görüsü ve ağabeyce tavırları da bu anlamda hep destek oldu bana.
   
   düşLE: Sen iki edebiyat çevresini de gördün. Bugün onların arasındasın, dün biraz daha geri plândaydın. İkisini karşılaştırınca, tabanda, yani geri plânda mevcut bir güç görebiliyor musun?
   
   Onur Caymaz: İlk gençliğimde hayatının en temiz alanın, en iktidarsız alanının, yalnız bir çocuk olarak beni mutlu edecek tek alanının edebiyat olduğunu düşünürdüm.
   Fakat, ilk olarak insan ilişkilerinde başlayan faşizm kimi yerde az, kimi yerde çok ama her iki tarafta da mutlaka sürüp gidiyor ne yazık ki.
   
   
   düşLE: Diğer sanat dallarıyla ilgin nasıl, edebiyatın her türüyle ilgileneceğin kesin görünüyor...
   
   Onur Caymaz: İyi bir müzik dinleyicisiyim. Resmi de elimden geldiğimce izlemeye çalışıyorum. Fotoğraf da bir süredir fazlaca takıldığım bir dal.
   
   düşLE: Peki çağrışım alabiliyor musun?
   
   Onur Caymaz: Tabii ki sanat yapan bir adamın, her şeyden çağrışımlar üretebileceğini düşünüyorum. Kiminde seyirci düzeyinde, kiminde yapan kişi düzeyinde.
   Sadece diğer sanatlardan değil, yaşamdan da...
   
   düşLE: Düşle Edebiyat Dergisi'nde Sizden Gelenler bölümünde bir eserin yayınlandı 16. sayıda, 27. sayımızda da Ustalardan Seçtiklerimiz'de bir eserin yayınlandık...
   
   Onur Caymaz: Aslında etik olarak çok doğru bir şey yapmadım orda. Daha önce yayınlanmış bir öyküyü gönderdim. Sizin bu işi özenle sürdürdüğünüzü de bilmiyordum, çünkü ilk kez görüyordum. Bu anlamdaki tavrınız da beni etkiledi çünkü, bugün bir dergiyi sürdürmek çok da kolay bir iş değil. İnternette bu iş normal şartlara oranla daha kolay olsa da... Zaten bu emeğinizi de gördükten sonra -bir takım tesadüflerle birkaç arkadaşınızla İstanbul'da da tanıştım- çok mutlu oldum. Bu işe delice gönül vermiş olmanız çok güzel.
   
   
   düşLE: Son olarak, okuyucuna ne vaat ediyorsun? Tanımaya başlayan ya da dergimiz aracılığıyla seninle tanışacak olan insanlara ne vaat ediyorsun?
   
   Onur Caymaz: Zafer vaat etmediğimi biliyorum. Ama bir ayna tuttuğum söylenebilir yaşama. Dışarıdan bakan birine, küçük acılar, kırgınlıklar, buruk gülümseyişler bırakabilir eserlerim. Ben sanatın insanlara müthiş şeyler vaat ettiğine de inanmıyorum. Kazanımdan çok aslında biraz da kaybediştir sanat. Mutlu insanlar sanatla uğraşmazlar. Çünkü mutluluk böyle bir şeyi gerektirmez, mutlu insan rahattır
   
   düşLE: Düşle Edebiyat Dergisi olarak teşekkür ederiz Onur, yolun açık olsun.
   
   Onur Caymaz: Ben teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder