5 Ağustos 2011 Cuma

Söyleşi: Feridun Düzağaç . Emine Gürbüz & Alper İlhan

  düşLE Edebiyat Dergisi: Merhaba, konser öncesi bizi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Sizi çok fazla yormadan, hemen başlayalım. Şarkılarınızın sözleri de müziği de iç dünyanızın aynası gibi. Hissedişlerinizin parıldayışına ve onların sanatsallaşmasına en önemli etki ‘siz’ misin?
   
   Feridun Düzağaç: İnsanların, kayıtsız şartsız kucak açtıklarına inanmak çok zor bu ülkede, şu yaşanan konjektürde. Benim için zorluk, ben bir amatör müzik dinleyicisiyken çok sevdiğim adamları dinleme şansını buluyordum ve o zamanlar müzik dinlemek ya da birilerini takip etmek kayda değer şeylerdi. Şimdi, uzaktan bakıldığında bana pek öyle gelmiyor -ki ben, benim dinleyicimi biraz, kendi dinleyicimle benzeştiririm. Çok tüketime dönük bir gençlik var ortada, hemen harcıyorlar ve bitiriyorlar. Geriye ne kalıyor, açıkçası ondan emin değilim. Benim için, yazdıklarımın ya da yazabildiklerimin ve yaptıklarımın bir ömrü yok ama, bu anlamda kimlere kalbimi açtığım noktasında bazen kırgınlıklar yaşıyorum.
   
   düşLE: Peki, popüler kültürün karşısında harekete geçen bir gençlik hareketi var mı, değerlere sahip çıkabilen?..
   
   F.D. : Var tabii...
   
   düşLE: Gelişiyor mu, yoksa olduğu yerde sayıyor mu bu hareket?
   
   F.D. : Her zaman vardı ve azınlık olarak durmakta. Mesela ben de kendi yön vericilik çağlarımda o azınlığın içindeydim. Şimdi yine var, değişen ne peki? Bizim zamanımızda üniversiteli olmak ‘bir şeydi’, şimdi pek bir şey ifade etmiyor açıkçası. Hep bu örneği veriyorum ama, çarpıcı bir örnek. Televizyonlardaki talk-showlarda Okan Bayülge’nin, Beyaz’ın ya da başkalarının şovlarında, mankenleri çılgıncasına alkışlayanlar üniversiteli gençler, pankart açıyorlar; ODTÜ’den geldik, Uludağ Üniveresitesi’nden geldik diye. Yani popüler kültürü tamamen kabullenmiş durumdalar, uyuşturulmuşlar ve bu duruma yabancılık çekmiyorlar. Çok ölçüp biçmiyorlar, irdelemiyorlar. Ben de kötü şeyler olduğu için söylemiyorum, ama bunun karşısında alternatif bir kültür var mı? Alternatif kültür; kendi üniversitelerinde şenlik yapamıyor, alternatif konser düzenleyemiyor. Bu noktalarda tıkanmışlıklar var.
   
   düşLE: Peki popüler kültürde, sanat eserlerinin birçok kişiye ulaşması, piyasa kavramını da oluşturuyor. Bu gibi bir durum da, çok okunan bir edebi eserin ya da çok satan bir müzik albümünün de piyasa damgası yemesine neden oluyor... Eğer bir albüm çok satıyorsa, ‘piyasadır’ diyerek kestirilip atılmıyor mu? Sanatsal çalışmanın kişiler arasındaki başarası ne derece değerlendiriliyor?
   
   F.D. : Böyle bir ikonlaşma var ama, her zaman için bunu bu şekilde kuralmış gibi anmak haksızlık olur. Çünkü geçmiş yıllarda da vardı; gerçekten çok kayda değer şeyler olduğu için çok satmış müzik albümleri de oldu bu ülkede. Mesela, Şebnem Ferah’ın ilk albümü, Teoman’ın ikinci albümü gibi... ya da Sertap Erener’in yıllar önce yaptığı olduğu bir pop albümü vardı “lâl”, bu saydıklarım çok kayda değer işlerdi. Karşı açıdan bakınca, çok televizyona çıkınca, çok tanıtılınca albümün, biraz daha satıyor olduğu bir gerçek; ama ticari ivmesi olan işler var...
   
   düşLE: Yerleşik düzen midir bunun sebebi?
   
   F.D. : Her şeyi düzene bağlamak anlamsız, bu biraz yapı meselesi, kahramanın bakış açısıyla ilgili. Bana mesela, kendi dinleyicilerimin sorduğu en çok sorduğu soru, neden klip çekiyorsunuz ve Kral Tv’de yayınlatıyorsunuz, hem de neden klipleriniz Kral Tv’de göremiyoruz... yani bakış açısı çok farklı. Ben daha çok albüm satmak istemiyor muyum acaba? Hayır öyle değil, ben de çok albüm satmak istiyorum, daha çok konser yapmak istiyorum. Ama ben böyle görmüyorum, doğru mecra Kral Tv değil benim yaptıklarımı paylaşmak adına. Bu tip promosyon kozlarını bugüne kadar reddettim. Kral Tv müzik ödüllerini boykot ettim, gitmedim, inanmıyorum ben size dedim. Bazı şeyler yaşadım, Okan Bayülgen’le mahkemelik olduk... Göksel’le aynı şarkıyı yazdık gibi göründü. Bu noktalarda medya acayip akın etti mesela; hadi kapışın, çarpışın diye. ‘Deprosyandayım’ şarkısı bir dönem magazin programlarında çalındı, tüm bu programları aradım, lütfen çalmayın dedim. Medyanın bu kozlarını kullansaydım belki, şu anda daha çok albüm satmış olabilirdim; fakat geçici misafirler edinmiş olurdum.
   
   düşLE: Üniversite gençliği dedik, siz de İngilizce İktisat bölümünden mezun oldunuz, sonra çok farklı yönlere kaydınız zaman geçmeden. Peki herkes için sonuç ‘böyle’ olur mu? Çünkü boş hülyalarla dolaşan insanlar da var...
   
   F.D. : Ben İşletme okurken de başıma bunların geleceğini biliyordum, ne olacağını biliyordum, beni nasıl bir final beklediğini biliyordum, kurgulu, ben buna inanıyordum. Mesela ortaokul yıllarında, Beşiktaş’ta oturacağımı da hissediyordum. Gün gelecek, İstanbul’da Beşiktaş’ta oturacağım falan diyordum. Yani bu, ben İstanbul’a gideceğim ve hayatı orada sürdüreceğim gibi bir şey değil.
   
   düşLE: Daha ayrıntılı sanki...
   
   F.D. : Yıldızlar mevzu galiba biraz, kurguyla alakalı bir şey biraz da. Açıkçası ben, seviyorum, sevdiğim bir şeyi yapıyorum, sevdiğim bir hayatı yaşıyorum. Bu bir iş değil çünkü, işleştirmekten de mümkün olduğu kadar kaçınıyorum. Herkes için geçerli olabilir bu durum bence. Tıp okuyan biri için resim yapmak mutluluk kanyağı ise, resim yaparak yaşayabilirim.
   
   düşLE: Öyle de yapmalı zaten,
   
   F.D. : Ama bazı sahte ve yapay heyecanlar var. Eğer insan aynaya bakıp kendini ikna edebiliyorsa, hiç kimse onu durduramaz, ben buna inanıyorum.
   
   

   
   

   
   düşLE: Kızınız, onun hakkında ne düşüyorsunuz?
   
   F.D. : O da şarkıcı olacak, büyük ihtimalle.
   
   düşLE: Yolunuzdan gidecek yani.
   
   F.D. : Bana sorarsa söylerim. Kendine sahneler yaratan, oynamayı ve teşhiri seven bir yaratık. Zülfü Livaneli – Aylin Livaneli olabiliriz... Baba nispeten biraz doğru müzik yapan, kız ise daha rahat bir şeyler yapan. Meltem Cumbul gibi bir kızım olacak diye düşünüyorum. Her tarakta bezi olan; dans şarkı, müzik... Hep gülen, neşeli, pozitif... yani şarkıcı olur herhâlde. Şimdi benim bütün şarkılarımı biliyor, hepsini biliyor sözleri dışında; üç buçuk yaşında, seviyor da, söylüyor da, eleştiriyor da. ‘İçimden Şehirler Geçiyor’u seviyor mesela, ‘Uçak’ı seviyor.
   
   düşLE: Yaşamınızda neleri değiştirdi kızınız?
   
   F.D. : Çok şeyi değiştirdi. Alt-üst etti, iyi anlamda alt-üst etti. Bir kere, sorumluluk duygusu ve hayatı biraz daha ciddiye almak, sağlıma dikkat etmek -onun için. Kendim için çünkü bugüne kadar sağlığıma dikkat etmedim. Ama onun için dikkat etmek zorunda hissettim. Biraz, yumuşattı beni, bana çok pozitif şeyler kattı. Belki yeni albümde ve ondan sonraki albümlerde, hayata eğlenmek adına biraz esprili ve mizaha dönük şeyler yazıyor olmamda da onun katkısı oldu.
   
   düşLE: Yaratmanın hazzını yaşıyorsunuz mutlaka, şarkı yaratmanın. Şarkı sözleri üzerinden mi yola çıkıyorsunuz, şiirlerden mi? Sizin için müziğin anlamı ne bu bakımdan?
   
   F.D. : En çabuk yazdığım şarkılar, sözü ile beraber müziğini de yapabildiğim şarkılar, ilham diyorlar ya hani, bir çırpıda olan şeyler. Genelde ben, günlük tutmak gibi değil ama, sürekli yazarım. Günü yazarım, o gün çarpıcı bir olay yaşanmışsa onu yazarım, taşar zaten bir şeyler. Daha sonra bakarım onlara, neler yazmışım diye; kendince bir matematiği var aslında, fakat hiç şarkı sözü olsun diye yazmam mesela. Şarkı sözlerinde, bazı alışmamış sözlerin ya da kelimelerin olması da bundan geliyor. Aslında bir düz yazıcıyım ben. Örnekleri var bugüne kadar ki şarkılarımda bunların; şarkı sözü havası taşımayan kelimeleri kullanmak buradan kaynaklanıyor. Ama beni şarkı yazmaya götüren, müziğin anlamı ne diye sordun, bu şarkı olmalı dedirten şey, yan yana gelmiş birkaç kelimenin büyüsü, mesela: ‘İçimden Şehirler Geçiyor’. Bu anlatılabilir bir şey oldu diyerek nasıl bir müzik girdiğimi hatırlayabiliyorum. Sözlerin beni biraz tahrik etmesi gerekiyor.
   
   düşLE: Sözler de çok önemli sizin için.
   
   F.D. : En az yüzde elli bir; öncellikli olan bir şey demek benim için. Çünkü ben, müzikte herhangi bir eğitim almadım, yapabildiğim kadar yapıyorum müziği. Ama kelimelerle oynamayı hep sevmişimdir; ortaokulda kompozisyon yazarken de, şimdi şarkı sözü yazarken de... ya da geleceğe dönük başka şeyler yazmaya çalışırken de.
   
   düşLE: Etnik, elektronik, akustik müzik tarzınız genel olarak şarkıları besteleyişiniz. Sözleriniz progresif şekilde bestelenebileceğini hiç düşündünüz mü? O kökene, anlayışa yatkın olabileceğini?
   
   F.D. : Değişkenlikler göstermekte müzik anlayışım. İlk albüm tamamen, bazı şarkılar dışında, progresif olabilecek bir yapıdaydı. Ben ikinci albümümü -ki dinleyicilerin en çok sevdiği albüm o- çok ışıklı, aydınlık buluyorum. Üçüncü albümde biraz sentetik, elektronik, akustik müzik... ve akustiğe karşı benim içimde değişen bir takım şeyler var. O dönem, benim durumumla alakalı bir şey. Ben, etnik müzikten çok hoşlandığım bir süreçte albüm yapıyorsam, bunu mutlaka yansıtıyorum. Sonuçta, bir kalıba girmemeli şarkı -ki o yüzden en zorlandığım soru: Tarzınız nedir? Bilmiyorum... gerçekten bilmiyorum tarzımın ne olduğu. Bir tarz olmamalı yani; bu şarkılar akustik gitarlarla çalınsa da bir şey anlatabilmeli, senfonik tınıların önünde klasik rock şeklinde çalındığında da bir şey anlatabilmeli.
   
   düşLE: Son albümünüz, daha doğrusu yeni hazırladığınız albüm o genel olarak hangi tarzda?
   
   F.D. : Üçüncüye, ‘Tüm Hakları Yalnızlığıma Aittir’e çok yakın. Yine güz kokulu bir albüm. Bu sefer şarkıların öznesiyim ben, bir çoğunda ben varım.
   
   düşLE: Sonbaharda mı çıkacak yeni albüm?
   
   F.D. : Mayıs sonunda çıkma ihtimali ile, dönemsel ve ticari olarak -sektörün kuralları gereği- kasıma kalma ihtimali eşit. Ben bir an önce çıkmasını istiyorum. Bende bayağıdır var o şarkılar, başkalarının da olsun istiyorum artık.
   
   düşLE: Sanatlar iç-içe girmeye başlıyor yavaş yavaş. Siz sinemaya da yatkın bir insansınız; senarist, müzisyen ve yönetmen olarak tasarılar düşünüyor musunuz?
   
   F.D. : Yok, hep ağır kabul ediyorum sinemaya yatkınlığı. Genelde hep sinema yüzü var diyorlar. Bu konuda Ömer Faruk beni çok beslemiştir. Öyle bir durum yok şu anda somut. Birkaç teklif aldım, gayrı-ciddi projelerden. Ben bunu biraz daha uzun soluklu düşünüyorum, uzun vadede düşünüyorum. Beş yıl sonra sinema filmi çekeceğim, on yıl sonra belgesel yapacağım gibi şeyler yok. Sinema tabii herkesin kendisini görmek istediği büyülü bir platform, bütün sanatlar şurada, sinema başka bir yerde yani...
   
   düşLE: Otuz beş yaşına geldiniz Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirindeki gibi bir buhran saracak mı etrafınızı?
   
   F.D. : Ben hep kendimi yaşlı hissettim. Çok coşkulu yaşadım içimde her şeyi...
   
   düşLE: Yorgunlukla yoğrulmak gibi bir durum sanırım...
   
   F.D. : Evet... Kendi yorgunluğumdan yorulmak benim için en tehlikelisi. Dönem dönem yaşıyorum, aslında şimdi de dönemsel olarak öyle bir yerdeyim. Zaten, Cahit Sıktı’yı anarak, kendi otuz beş yaşımı kutladım yeni albümdeki bir şarkıyla. Sanıyorum onun gibi düşünmediğim de ortaya çıkacak o şarkıda.
   
   düşLE: Ahmet Kaya, anısına çıkartılan albümde ‘Dinle Sevgili Ülkem’, Beni Vur’u söylediğiniz, neden o şarkıyı tercih ettiniz?
   
   F.D. : Ahmet Kaya, söylem ve tarz olarak benden çok uzakta duran; aynı kıyıda olsak bile aramızda müziğe bakış açısından mesafelerin olduğu biriydi. O proje bana önerildiğinde çok heyecanlandım. Dönemsel olarak, kendimi de şaşırtmak istediğim bir zamandı. Melodik yapısı en güzel şarkısı ‘Arka Mahalle’ ve ‘Beni Vur’, benim en sevdiğim Ahmet Kaya şarkıları daha doğrusu. Oryantal bir düzenleme olsun istedim, ama bu hâli oldu. Tamamen başka tarzlarda neler yapabileceğimi test ettim aslında, ben onu bir ödev gibi algıladım. Manevi olarak zaten önemli bir şeydi o albümde yer almak, çok yorucu bir süreç olduysa da. Müzikal olarak da, kendimi test etmek için seçmiştim o şarkıyı. Güzel oldu, insanlar önce yadırgadılar, sonra beğendiler. Rüzgâr artık çok güçlü, insanları çevirebiliyor yani...
   
   düşLE: Ahmet Kaya’nın müziğine, gerçekleştirdiği çalışmalara nasıl bakıyorsunuz?
   
   F.D. : Şunu gördüm o albümde yer aldıktan sonra, bu ülke halkının en sevdiği adamlardan biri Ahmet Kaya. Çok başka o, başka boyutta bir şey. Kişisel duyarlıkları baz alıyorum ben, o sosyal duyarlıklardan yola çıkıyor; çok iddialı bir tarz onunkisi, söylemi var, sloganları var. Benim çok farklı, başka, çok iddiasız...
   
   düşLE: ‘Kent Ozanı’ diye anılıyorsunuz...
   
   F.D. : Rahatsız ediyor bu beni, ama doğru bir tanımlama.
   
   düşLE: Aradaki en belirgin fark bu olsa gerek, o biraz daha halka yatkın bir insan olarak göze çarpıyor.
   
   F.D. : Evet evet... Benim hep takip ettiğim bir adamdı, çok ciddi bir dinleyicisi olduğumu söyleyemem ama hep takip ettiğim bir adamdı. Medyadaki arsızlığı, huysuzluğu çok severdi Ahmet Kaya; yaramazlıklar yapardı. Lafını sakınmayan bir adamdı, o yönleriyle yakın bulurdum kendime. Tabii kariyerim için de -yıllar sonra dönüp baktığımda- önemli bir şeydi o albümde yer almak.
   
   düşLE: Ahmet Kaya’da bir başkaldırı ruhu vardı, sizde de var mı?
   
   F.D. : Kimse âşık olmuyor, lanet olsuna başkaldırılmaz ki. Yani başka bir şey bu... Sadece küser ve kabuğuna çekilirsin, beni isyanlandıracak şeyler başka, benim temalarım farklı. Gün gelir, onun ve onun gibi birçok halk ozanının yaptığı gibi ben de bu ülkedeki trajedilerden beslenebilirim, bu ülkede trajedi üstüne trajedi var. (?) Yine de hep çağrılırım... çok sosyal tabanı olmayan bir müzik yaptığım hâlde, kişisel ve ruha dönük “asortik” şeyler yaptığım hâlde. Farklı platformlar bana her zaman bir şey yapıyoruz, sizin de katkınız olabilir. Göz ardı edilmiyorum, ama çok farklı durumum. Şu anda ben, yaptıklarımla, kendi oyunlarımla mutluyum, tamamen halkın acılarından ve hezeyanlarından kendime bir misyon çıkarmak bana çok uzak geliyor şimdilik.
   
   düşLE: Peki edebiyata ne zaman eğilim göstermeye başladınız? Edebiyata eğiliminiz var mıydı gençlik yıllarınızda?..
   
   F.D. : Bizim üniversite yıllarında yayınladığımız bir şiir kitabı var: ‘Öğrenci Şâirler’. O formatta yapılan ilk iş olduğunu söylediler o zamanlar. Çukurova Üniversitesi’nde şiir yazan amatör on üç şâir, eserleri güzel kitapta toplayıp çıkarttık, bir dergi çıkarttık o dönemlerde. Ama ben o dönemlerdeki heyecanlarımdan uzak buluyorum kendimi. İnanmak biraz... inancın örselenmesiyle alakalı. Mesela sizin yaptığınızı, periyodik bir edebiyat dergisi çıkarmanızı -interaktif de olsa- çok önemsiyorum. Biraz sanki ütopyanın peşinden gidiyor gibi geliyorsunuz. Ben çünkü tabanda öyle bir şey bulmuyorum, öyle bir ihtiyaç, noksanlık hissedilmiyor. O yüzden birçok şey artık bizi şaşırtmıyor; naklen maç izler gibi savaş izleyebiliyoruz, başkalarının hayatlarını seyredebiliyoruz televizyondan -çok merak ediyoruz! Bunlar olmadığı için, bu sapkınlıklar oluyor toplumda.
   
   düşLE: Temel bir sebep yok gibi görünse de, bu sapkınlıkların odağı nedir sizce?
   
   F.D. : Herkes çok kendine döndü. Jenerasyonlarla ilgili bir şey bu, başka değerlerle büyütülüyor artık çocuklar, başka şeyleri önemsiyorlar. Geçiş kuşakları oluştu. Mesela, “kendi başının çâresine bak” çocukları bunlar. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler... Herkes çok tedirgin, kendi içinde yaşıyor, duyarsız.
   
   düşLE: Yalnız bırakılmışlar biraz da...
   
   F.D. : Evet, tabii ki arkalarından onlar adına üzülerek konuşuyorum. Ben görebiliyorum, ben o fotoğrafları çekebiliyorum; bilmeden seviyorlar ne olduğunu, bilmeden peşinden gidiyorlar gibi. Politikacılardan kaynaklı bir şey bu, baştan... ve de dönemsel bir şey bu.
   
   düşLE: Yani geçebilir de, geçmeyebilir de...
   
   F.D. : Tabii ki geçebilir, çok büyük bir devrim olur. Yani bir devrimle geçebilir ancak.
   
   düşLE: Sizi konser öncesi daha fazla yormayalım, röportaj için Düşle Edebiyat Dergisi adına teşekkürler Feridun Düzağaç...
   
   F.D. : Ben teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder